
Geçtiğimiz günlerde diş hekimlerinin mâkûs tâlihi üzerine tefekkür ederken karşıma Toplumcu Diş Hekimleri’nden Diş Hekimi Davut Torlak’ın https://toplumcudishekimleri.com/ucretli-dis-hekimlerine-kalan-davut-torlak/ adresindeki yazısı çıktı ve okumaya koyuldum. Yazıda dikkate ve eleştiriye değer pek çok nokta olduğuna kanaat ettiğimden ve üzerine biraz daha derinlemesine düşünmek istediğimden bir değerlendirme ve eleştiri kaleme almaya karar verdim. Bu yazıda evvela Davut Bey’in vurgularından bazısını öne çıkarmak, bazısını derinleştirmek ve eleştirmek niyetindeyim. Peşinen belirtmek gerekir ki yazıyı yapısal değişikliklerin gereğini inkâr etmeden akut problemlerimize yönelik reformist bir yaklaşımla kaleme aldım. Böylesi bir yazıyı kaleme alma sebebimse diş hekimleri olarak yaşadığımız problemlere dair tartışma ortamı ve gündemi oluşmasına katkı sağlamak umududur. Dilerim bu çaba yaşadığımız problemlerin çözümüne dair entelektüel ve aksiyonel vasata bir katkı sağlar.
Evvela Torlak’ın metnini ana hatlarıyla okurlara hatırlatacak, sonrasında metne dair birtakım eleştirilerimi dile getirecek en sonundaysa sektörün yaşadığı sorunları kendi zaviyemden ifade edip kendimce çözümler sunacağım. Yazının ilk iki kısmında daha mesafeli ve akademik bir tonda yazmaya gayret ettim; ancak son bölümde içimden geldiği gibi yazmak istedim. Belki mesafeli tonu korumam daha muteber olacaktı, lakin şahsi olarak yaşadığımız sorunlardan ve olası şahsi çözümlerden bahsederken araya mesafe koymaktansa teklifsiz konuşmanın, içeriden konuşmanın daha iyi olabileceğini sandım. Takdir okuyucunundur.
Yazının İncelenmesi
Torlak’ın “Ücretli Diş Hekimlerine Kalan” başlıklı yazısında diş hekimliğinin özellikle “ücretli çalışan” boyutuna odaklanılarak, meslek içindeki eşitsizlikler, yapısal bağımlılıklar, sistemin ürettiği güvencesizlik ve hak kayıpları kapsamlı biçimde ele alınmış. Yazıda dikkat çeken unsurların başında yaşanan pek çok problemin yapısal sorunlardan kaynaklandığı ve sunulan çözüm önerilerinin de esasen işlevsel bir çözüm olmaktan uzak olduğu vurgusudur. Ayrıca yazıda bir başka dikkat çekici nokta serbest muayenehaneciliğin tekeller ve patronlar karşısında nasıl bir güç ve tehdit oluşturduğunun gösterilmesidir.
Torlak’a göre ücretli çalışan diş hekimlerinin yaşadığı sorunlar “AKP’nin sağlık alanında piyasacılığın önünü açmak amacıyla ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ adıyla hayata geçirdiği neoliberal sağlık politikaları” yüzünden yapısal pek çok değişikliğe maruz kalmış ve şartlar patronlar lehine değişmiştir. Torlak’a göre ücretli çalışan diş hekimlerinin yaşadığı temel sorun “çalışma koşullarına dair karar verici pozisyonda olmamaları ve müdahale yeteneğini kaybetmeleridir”. Bu durum pek çok sorunun hem sebebi hem sonucudur. Yazının temel savlarını ve önerilerini birkaç maddede özetleyebiliriz:
- Meslek odaları ücretli çalışan diş hekimlerini “gençler” olarak adlandırmakta ve sorunlarına sahici çözümler getirememektedir.
- Sistemin “kendi işinin patronu ol” sloganıyla yarattığı esnaf diş hekimi modeli, diş hekimlerinin patronlara hizmet satımı şeklinde çalıştığı, aslında patronların cebini daha çok doldurup diş hekimlerininse sosyal haklarının gasp edildiği bir sistemdir. Çünkü bu sistemde çalışanın sigorta ücreti, vergisi, tazminatı gibi sosyal hakları çalışan üzerine yıkılmış durumdadır.
- Çözüm olarak hekimlere kendi yerlerini açmak önerisi sunanlarsa gerçeklikten kopuktur. Zira herkes klinik açamamaktadır. Açsa bile yapısal sorunlar sebebiyle, mevcut sömürü düzeni sonlanmayacaktır.
- Çözüm olarak belki kooperatif sistemi düşünülebilir ama bu da mevcut sorunu kalıcı olarak çözemez. Sorunların temelinde hekim – hasta ilişkisinin yerini esnaf – müşteri ilişkisinin almış olması vardır. Kalıcı çözüm kamusal sağlık hizmetinin yaygınlaşmasıdır.
Torlak, yazısında bu maddelerin her birine dair görüş ve eleştirilerini sunmakta. Bu görüş ve eleştirilerin tamamını burada ele alırsak, blog yazısının tamamını buraya aktarmış olacağız. O sebeple, yazıya dair önbilgi kısmını burada keselim ve bazı noktaların altını çizmeye çalışalım.
Abone olalım 🙂
Yazının Eleştirisi
Yazıya genel olarak katıldığımı belirtmek isterim. Kabul etmek gerekir ki yaşanan pek sorun yapısal köklere sahiptir. Yazıda bahsi geçen esnaf modeli, çalışma saatleri, hak kayıpları gibi örnekler esasen yapısal sorunların görünen bir yüzü, sonucudur. Nihai çözüm de yapısal olmalıdır. Lakin, şimdilik örnekler üzerinden ilerleyelim.
Esnaf modelinin sömürü düzeni olması, çalışma saatlerinin insanî olmadığı, odaların sahici çözümler getirememesi, herkesin kendi yerini açamayacak olması, problemlerin bir kısmının değişen hasta – hekim ilişkisinde yattığı gibi noktalarda hocaya katılmamak elde değil. Öylesi bir düzen ki patron kendi vergi ve prim gibi yüklerini çalışan üzerine yıkıp, hiçbir sorumluluk almadan, çalışanın tazminat hakkını da gasp ederek sistemde yok yere yaratılan pek çok problemi “kendi işinin patronu ol” gibi süslü ifadelerle makyajlamaya çalışmakta. Bunu savunmak mümkün değil.
Yine Torlak’ın da ifade ettiği üzere herkesin kendi kliniğini açtığı senaryoda tekellerin ve patronların varlığını devam ettirmesi mümkün olmayacaktır çünkü bu sistemin devamını sağlayan çalışanlardır. Lakin burada bir ayrıma gitmemiz gerekmekte. Sistemin devamını sağlayanların çalışanlar olması onların fail sebep olduğu anlamına gelmez. Burada ücretli çalışan diş hekimleri ancak ve ancak münfail sebeptir. Sistemin devamını ve sürekliliğini sağlayan özne evvela yapısal sorunlar sonrasında da patronlardır, fail sebep bunlardır.
Yazıda hocamıza katıldığım pek çok yer olmakla beraber katılamadığım da bazı yerler mevcut.
Yazının bazı bölümlerinde analizlerdeki geçişler yer yer varsayımlarla doldurulmuş, pek çok varsayım da yer yer varsayımın ötesine geçip kesinlik iddiası yüklenmiştir. Elbette böylesi bir konuda nihai bir çözüm sunmak zor ve belki imkansız olsa da yazı, zikredilen sorunlara dair çözüm getirmeyip daha çok sistem eleştirisi sınırlarında kalıyor. Gelin bu noktaları açalım ve hocamızın bıraktığı yerden devam etmeye çalışalım. Yazının bundan sonraki kısmı Torlak’ın yazısındaki bazı noktaları temel almakla beraber onunla sınırlı kalmayıp mevzuyu kendi zaviyesinden genişletmeye çalışacaktır.
Torlak’a göre muayenecilik yaygınlaştığı takdirde yaşanabilecekler kabaca şöyle şematize edilebilir:
Ücretli çalışan hekimler ve kamu hekimleri kendi yerini açar => tekelci sistem çöker => serbest piyasada fiyatlar düşer => karlılık düştüğü için hekimler işsiz kalır => tekrar tekeller oluşur
Bu senaryo, olası durumu mantıksal sınırlarına götürme gayesi taşısa da bence müşahede ettiğimiz pratikle örtüşmemekte. Zira analiz birkaç kritik varsayıma dayanıyor:
- Her hekim klinik açmak ister,
- Her hekim klinik açabilir ve
- Serbest piyasa daima satıcı aleyhine işler.
Oysa pratikte görüyoruz ki birçok diş hekimi, yeterli maddi imkâna sahip olsa bile ticari risk almak istemediğinden ya da yönetim becerisi olmadığından kendi yerini açmayı tercih etmiyor. Ayrıca mevcut sistem –sadece diş hekimliği için değil tüm ekonomi adına- zaten serbest piyasa dinamikleriyle çalışıyor; fiyatlar rekabetle şekilleniyor ve farklı gelir gruplarına hitap eden çeşitli işletmeler varlıklarını devam ettirebiliyor. Evet, kapanan işletmeler olması mümkün ama burada da bir diğer varsayıma geliyoruz ki o da işsiz kalan hekimlerin çalışacağı polikliniklerin eski güçlerine kavuşacağı varsayımıdır. Bu senaryoda polikliniklerin var olması kaçınılmaz gibi durmakla beraber, var olmaları durumun başa döneceği anlamı taşımamakta bence.
Yine yazıda gördüğüm, muhtemelen retorik bir ifade olmasına rağmen, değinmeden geçemeyeceğim diğer düşünce de yapısal sorunlarımızın tekellerin karlılığının korunması için çözülmediği düşüncesidir. Dediğim gibi muhtemelen retorik bir ifade ama yine de üzerinde durmak istiyorum.
Evet, hocamızın da ifade ettiği gibi tekellerin varlığının koşulu kamusal sağlık hizmetinin sınırlı tutulmasıdır. Yani mevcut problemlerin pek çoğunun temelinde devletin, kamusal sağlık hizmetini gerektiği gibi sunamıyor oluşu yatmaktadır. Bense bu düşünceyi, tekellerin varlığını koruması için böyle oluyor şeklinde ifade etmek yerine “devlet, kendi hizmet yükümlülüğünü vatandaşının sırtına yükleyip mali yükünü azaltıyor” şeklinde ifade etmeyi tercih ederim. Evet, göründüğü kadarıyla devlet, diş hekimliği de dahil olmak üzere pek çok “sektörün” oluşmasının sebebidir. Devlet daha fazla hekim istihdam edip masraf etmek yerine vatandaşlarını özel hastanelere mecbur bırakmakta, yine aynı devlet okulların fiziki koşullarını iyileştirmek, öğretmenlerin yeterliliğini artırmak, müfredatı nitelikli hale getirmek gibi birtakım vazifelerine kaynak ayırmak istemediği için vatandaşı ve çocuklarını özel okullara mecbur etmekte ve yine aynı devlet örneğin sokakların güvenliğini sağlayamadığı için vatandaşlarını özel güvenlikli sitelere mahkum etmektedir. Devletin görevlerini yerine getiremeyiş hali pek çok sektörün doğmasına ve tekellerin oluşmasına sebep olmakta ama burada neden sonuç ilişkisini karıştırmamak gerekiyor.
Yazıda değinilen kooperatif modelinin detaylarına hâkim değilim. Kooperatif modeli ile elde edilmesi beklenen faydalar iyi hazırlanmış bir sözleşme ile şirketlerle de elde edilemez mi? Evet, kuruluş gayesi bakımından kooperatiflerle şirketler ayrışmakta, lakin yine de ifade ettiğim üzere şirketleşme ile başlangıç açısından olmasa da sonuç bakımından benzer yerlere varmak mümkün değil midir? O sebepten bu kısmı geçiyorum. Bir diğer yazının konusu olabilir bu ayrım. Dursun şimdilik.
Gelelim benim gördüğüm sorunlara ve çözüm önerilerime.
Sorunlara Dair Düşüncelerim ve Çözüm Önerilerim
Öncelikle belirtmek isterim ki yapısal sorunlar olduğunu inkar edecek değilim. Bunu yazının başlarında da kabul etmiştim. Pek çok sorunumuz yapısal gibi duruyor. Torlak da temelde bu yapısal sorunları, temelden çözmek üzere bir perspektif sunma gayretinde. Ama ben burada duruma pragmatist bir şekilde “emekçi devrimi yapmadan bu işler nasıl çözülebilir acaba?” diyerek yaklaşacağım. Evet, ben de isterim halkın tüm kesimlerinin sağlık hizmetlerine ulaşabilmesini hatta bunun için özel sektöre muhtaç olmamasını. Ama çözümün sadece yapısal ve kökten değişimlerle mümkün olduğunu, kamusal sağlık hizmetinin yaygınlaşmasıyla olabileceğini söylemek suçu sisteme atıp bireysel sorumlulukları görmezden gelmek gibi geliyor bana. Evet burada, sistemin problemlerini bireylere yükleyip yapısal sorunları görmezden gelme riski var, kabul ediyorum. Yine de bu riski göze alarak değerlendirmeye çalışmak istiyorum.
Düşünmek ve sorgulamak isterim, hekimlerin şu an yaşadığı problemlerin ne kadarı acaba sistemsel dönüşümler olmadan da çözülebilecek şeyler? Yani illa her köye bir enstitü ve kooperatif açıp, halkın tamamının ücretsiz şekilde kamu hastanelerinde ya da kooperatiflerde tedavi olması, hekimlerin de devlet şemsiyesi altında mı çalışması gerek? İdeal düzen bu ya da benzeri olabilir pek çokları için ama dediğim gibi, tekrar sorarım: şu an yaşadığımız problemleri çözmenin ya da en azından katlanılabilir hale getirmenin tek yolu bu mudur? Evet, problemlerin kalıcı çözümünün bireysel değil sistemsel dönüşümler olduğunun farkındayım. Evet, hasta – hekim ilişkisinin değişmesi, sağlığın bir çeşit hizmet sektörü haline getirilmesi vs. sorunun kökünde yatıyor, lakin bunları bugünden yarına değiştirmemiz mümkün değil üstelik sorun sadece bizim ülkemizle alakalı da değil. Dünya genelinde kültürel bir dönüşüm var. Tüm bunlar böyleyken bugünümüzü daha iyi hale getirmenin yolu yok mudur? Kalabalıkların refahını elbette isteriz, lakin kendi küçük hayatımız için minik adımlar atmamıza engel midir bu? İşte bu soruları sorarak, yaşadığımız problemlerin bir kısmının mikro çözümlerle giderilebileceğini düşünüyorum. Bu sebepten kurgudan kopmak pahasına yeni bir sayfa açıyor ve yapısal sorunları basamak yapıp düşünmeye başlıyorum.
Piyasada gördüğümüz pek çok sorun aslında sadece diş hekimlerinin değil hemen hemen bütün sektörlerin sorunu. Zira biz bu ülkede yasalarla belirlenmiş haklarımızı patronlardan alabilmek için halen mücadele etmek zorunda kalan bir halkız. Ne demek istiyorum? Eğer yasalarla belirlenmiş haklarımız için halen mücadele etmek zorunda kalmıyor olsaydık herhangi bir iş ilanında “asgari ücret + SGK + yemek” şeklinde bir beyan bulunmasına gerek kalır mıydı? Abicim, vereceğin minimum maaş zaten adı üstünde asgari ücret. SGK ile kastettiğin şey zaten işveren olarak yatırmak zorunda olduğun prim, yemek desen zaten o da karşılanması gereken bir şey. Sen neyin beyanında bulundun şimdi?
Biz yasalarla belirlenmiş haklarımız için hala patronları ikna etmek zorunda kalan bir halkız. Zira yıllık iznini kullanabilmek için önce patronunun paşa gönlünü sonrasında da işletmenin karlılığını koruyor olman gerekiyor. Bugün herhangi bir diş kliniğinde çalışan hekim “hocam ben önümüzdeki hafta için izin istiyorum” dediğinde karşılaşacağı tablo şudur: evvela bir sessizlik olur. Patron o sırada bir şeyleri düşünüyormuş gibi yapar. Sonra bir “hmm” çıkar. Ve sorar: “hayırdır hocam?”. Burada ikna seansı başlamıştır. Patronu irrite etmeyecek bir şeyi irrite etmeyecek bir şekilde söylemen gerekir. “hocam abc”. Sonra tekrar o gizemli ses duyulur: “hmm”. Kaşlar kasılır. Gözler kısılır ve o hikmet dolu soru patronun dudaklarından boşluğa doğru bırakılır: “nasıl yapsak ki?”. Sen susarsın. Patron devam eder: “falan hoca da gideceğim dediydi ama, hmmm… sen ne zaman gideceksin şimdi? Hmmmm… hastalar ne durumda? Hmmm… tamam hocam… ayarlamaya çalışalım.” Sen gidiş gününe kadar tetikte beklersin çünkü her an bir güncelleme olabilir. Zira “bakılacaktır”. Bu iyi senaryo. Çoğu durumdaysa ya izninden kısılır ya da tatilin meçhul bir zamana ötelenir.
Her neyse, sorunlardan ilkinin adını koyalım o halde: bakkal düzeni
Evet, diş hekimleri beyaz yakadan çok mavi yaka sistemiyle çalışmakta. Gördüğüm kadarıyla pek çok klinik mahalle bakkalı –hadi sizi kırmayayım; marketi- kıvamında işletmelerdir. Küçük işletmeler olduğumuz için kurumsallık hak getire. Mahalle bakkalından hallice, patronun gönlünü eğlemeye çalışarak çalışırız. Bu sorunun sebebi önceki satırlarda ifade ettiğim üzere, yasalarla belirlenmiş haklarımızı kullanabilmemiz için mücadeleler vermek zorunda olduğumuz gerçeğidir. Ve bu mücadelenin zemini yasalar değil ikili ilişkilerdir. Patron, çalışanıyla bir tür minnet ilişkisi kurar ve haklarını alan çalışan kendisine borçlu ya da en azından tetikte hissettirir.
İkinci sorun da aslında bunun bir devamıdır: tatiller yokmuşçasına çalışmak
19 Mayıs, 29 Ekim, 15 Temmuz, 1 Mayıs, Arefe günleri gibi günlerde tatil yapan kaç tane diş hekimi vardır merak ederim. Resmi tatillerde tatil ilan eden benim bildiğim 1 tane poliklinik var. Hadi sizin bildiğiniz de 9 tane olsun. Koskoca ülkede 10 tane klinik var mıdır bu günlerde tatil veren? Bulamazsınız. Neden? Çünkü biz mahalle bakkalıyız. Ülkeyi şirket gibi yöneten iktidarın, kliniğini bakkal gibi yöneten tebaasıyız. Sevgili hekim kardeşlerim ve kıymetli kapitallerimiz, sorarım sizlere yılda fazladan 10 gün kapalı kalırsanız batacağınız bir ticareti neden sürdürmektesiniz? Soruyu böyle sorayım, belki daha etkili olur dedim.
Üçüncü soruna da buradan gireceğiz: yarınlar yokmuşçasına çalışmak
İş başvurusunda bulunduğum, gördüğüm ve duyduğum pek çok kliniğin hekimi haftada 6 gün çalışmakta. İş görüşmesinde muhatabımın –genelde patrondur bu- bir şey bulmuşçasına suratıma fırlattığı cümle “hocam biz haftada 6 çalışıyoruz” iken, benim içimde tutmak zorunda olduğum cümle “iyi bok yiyorsunuz emek düşmanları”dır. Gerçekten anlamadığım bir şey bu. Arkadaşım, istersen kliniğini 7/24 açık tut. Ben hiçbir sorun görmüyorum bunda. Ama hekimleri haftada 6 gün çalıştırmanın mantığı nedir? Zaten hekimlerin neredeyse tamamı prim usulü çalışmakta. Yani kendi maaşını kendi kazanmakta. Bu durumda patronun 3 değil de 4 hekim çalıştırmasının zararı nerede gerçekten göremiyorum. Belki fazladan 1 hekim çalıştırmanın vergi gibi maliyetleri olacaktır ama, arkadaşlar yemeyin beni. Hangi kliniğin vergi beyanı gerçekle örtüşüyor? Ki, fazladan ödeyeceğin vergi hekimin çalışma motivasyonuyla kompanse edilemez mi? Hem hizmet alımıyla çalışan kliniklerin zaten böyle bir sorunu da yok. Neyse, Anadolu’da belki hekim bulmak zordur, matematik haftada 4 ya da 5 gün çalışmaya müsaade etmiyordur ama kardeşim İstanbul’da Ankara’da da mı hekim yok? Resmen kendi kendimize saçma sapan bir düzen tutturmuşuz yıllardır aynı plağı dönderip dönderip duruyoruz. Abi bir sektör bunu kendi kendisine neden yapar?
Hafta sonu ya da akşam mesaisiyle ilgili bir itirazım yok; zira kimi hekim için bu saatler tercih sebebi olabildiği gibi sağlık hizmetinin ulaşılabilir olması da acil durumlar için önemlidir. Ancak haftada 6 gün çalışma pratiği, artık sorgulanmalıdır. Benim itirazım bu saçmalığadır. Abicim, hekimleri haftada 4 – 5 gün çalıştırıp hafta sonlarını önce gönüllülere vermek, gönüllü yoksa da dönerli bir sistem kurarak herkesin hafta sonunu kilitlemeyen bir sistem kurmak zor mu Allah aşkına?
Sorunun bir diğer basamağı da mesai saatlerinin dengesizliği. Gördüğüm kadarıyla çoğu klinik sabah 10’da işbaşı yapar ta ki 19’a kadar. Görünürde 9 saat. Hatta sizin güzel hatrınız için 5 gün çalıştıralım bu arkadaşları. Bu arada, bu dediğim mesailer iyi olanlar yine. Azımsanmayacak miktarda klinikteyse mesai 11 ya da 12’de başlar. 20 ya da 21’e kadar devam eder. Peki sorarım kıymetli hâzirûn, bu adamlar ne zaman yaşayacak? Günü öldürdün abicim? Bir yere git gel zaten saatlerin gidecek. Günün kaliteli denebilecek saatlerini yedin bitirdin. Sorarım size; bu gençler ne zaman yaşayacak?
Dördüncü soruna gelelim: bedavacılık
Sevgili meslektaşlarım, hepinize bildirmek isterim ki hastalarımızın zihninde “bedava” diye bir şey yok. Onu siz, kendi ellerinizle başımıza bela ediyorsunuz. Röntgen bedava, muayene bedava, hatta geçenlerde duydum ki bir klinikte tomografi bile bedava, 3 diş çektirine 1 temizlik bedava… Yani gerçekten bu ucuzluğun sebebi yapısal problemler mi? Evet, sağlığın metalaşması ve hasta taleplerinin merkeze alınmasının bunda payı yok değil ama arkadaşlar, takkeyi koyalım önümüze: bu kepazeliği kendi kendimize yaptık. Allah aşkına, bedavaları indirimleri, promosyonları size kim fısıldadı? Hangi hasta hangi tıp doktoruna gidince para vermeden çıkabiliyor? Hangi tıp doktorunun muayenesi bedava abi? Rekabet diye bir şey duyup çareyi bedavacılık ve fiyat kırmakta bulmuşlar resmen. Abi, açık konuşuyorum; muayene bedava diye gelecek adam gelmesin bana. Neden mi? Olanı söyleyeyim size sevgili patronlar. Pazar günü çalışıyorum. Akşam 7 olmuş. Az sonra çıkacağım klinikten. Kliniğin önünde dondurma yiyerek geçen bir aile görünüyor. Derken baba kişisi içeriye girip muayene olmak istediğini beyan ediyor. Muayene sırasında öğreniliyor ki mandibular posterior dişlerden bazısı 7 bazısı 10 sene önce çekilmiş. Hastaya implant planlanıyor ve evine uğurlanıyor. Abicim, bu iş bu zamanının konusu mu Allah aşkına? 10 sene önce çektirmişsin ve Pazar günü akşam gezmende mi aklına geliyor bu? Bir diğer mevzu, “hocam birkaç yerden fiyat aldım, bir de sizden alayım dedim.” Abi, bu adamdan alacağın para sana hekimlik yaptırır mı? Hekim misin mobilyacı mı? Açık söylüyorum, muayene ücreti gerekirse 10 lira olsun (güncel kurla 25 sent), ama olsun. Çünkü iddia ediyorum, satıcı müşterisini kendisi yaratır. Hekimlik yapmak mı istiyorsun? O halde, hekim isteyen hastaya ulaşacaksın. Sen ucuzcu olursan sana da ucuzcular gelir. Sonra 3 kuruş için kliniğini kurşunlamakla tehdit ederler. Yaşandı, yaşanıyor. Biliyorsunuz.
Beşinci sorun: müşteri her zaman haklıdır ama hastalar daha haklıdır gerçeği
Bedavacılık başlığında müşteri – satıcı ilişkisinden bahsettikten sonra burada “hekim satıcı, hasta da müşteri değildir” demem çelişki gibi görünebilir ama bence değil. Neyse, bu bedavacılık zihniyeti hastayı müşteri konumunda gördüğü için olsa gerek en olmayacak tedavileri bile yapabiliyor, altında çalışan hekimi bunu yapmaya mecbur bırakıyor. 18 yaşında çocuk geliyor ve 28 üye zirkonya istiyor. Yapmam dersen kovulacaksın, yaparım dersen gece uyuyamayacaksın. Lanet olsun kazanacağım paraya, abi ben rahat uyumak istiyorum. “Lütfen git kendine bir kasap bul ve orada yaptır, ben yapmayacağım” diyemiyorsun çünkü başında piyasacı bir patron var. Ya da çekim sonrası alveolit olan hasta hekime gelip “Allah senin belanı versin” dediğinde sevgili patroncuğum, düşündüğün tek şey CİMER şikayeti oluyor. Çünkü açık söyleyeyim, sen piyasanın kölesi olmuş bedavacı bir alçaksın. Hastadan gelecek 3 kuruşa hekiminin onurunu satan bir halk düşmanısın. Efendiler, hasta hekim ilişkisini yeniden kurgulamanın zamanı gelmedi mi sizce de? Ya da yok ya, şu daha temelden bir soru bence: efendiler, hekim – patron ilişkisini yeniden kurgulamanın zamanı gelmedi mi sizce?
Neyse biz konforlu sahadan, hükümet eleştirisinden devam edelim. Bu düzeni mevcut iktidar mı kurdu bilmem ama mevcut iktidarın beslediği aşikar. Daha geçen aylarda aile hekimleriyle alakalı kabul edilen düzenlemeye göre artık aile hekimleri hastalar tarafından puanlanabilecek. Puanı düşük olana soracaklar: ne ayak? Yine aynı düzenlemeye göre 6 ay içerisinde sorumlu olduğun hastalardan muayeneye gelmeyen olursa maaşından kesinti yapılacak. Ne yapacak bu adam, hastasını arayıp “hakan abi bak ne zamandır uğramıyorsun, ayıp oluyor ha gel bir çayımı iç” mi diyecek? Hastadan olumsuz puan almamak için endikasyonu beraber mi koyacaklar? Sonuç olarak doktor dövebildiği için sevinen bir güruha hizmet eder olacağız. Bu, AKP’nin yıllardır inşa ettiği sistemin ayaklarından birisidir. Vasatın egemenliği ve yüceltilmesi ile tabanını “görmek” ve kollamak. Kabileci popülist siyasetin çıktıları. Afiyet olsun.
Beşinci maddedeki sorun apaçık sistemsel bir sorun ve patron – hekim ilişkisinin olduğu herhangi bir yerde mikro çözümü var mıdır? Sanmıyorum. Şimdilik sadece şikayet ediyoruz.
Altıncı sorun: tabela sorunu
Şaka gibi. İnanamıyorum. Yahu, sevgili karar merciî hocalarım inşallah ne vakte nasip olur tabelayla olan husumetinizin hitama ermesi? Mahalle yanıyor aloooo, tabela mı ölçeceğiz? İşimiz bu mu? Geçen yönetmelik değişti yine ebatlar değişmiş. Yauw siz şaka mısınız? Önceki tabelanın sorunu neydi de şimdi neyi çözdünüz Allah aşkına?
Sonuç Yerine
Şimdilik bir solukta sıralayabildiğim problemler ve çözüm önerileri bunlar. Elbette artırılıp geliştirilebilir. Kısaca özetleyecek olursam gördüğüm ve yaşadığım problemlerin temeli birkaç madde aslında:
- Özlük haklarının zayıf olması ve çalışma şartlarının yoktan sebeplerle zorlaştırılması: haftada 6 gün 60 saate yakın mesailer, izin ve tatillerin zor ve az olması
- Hekim – hasta – patron ilişkisinde hekimin dezavantajlı durumda olması ve bu dezavantajın piyasa şartları içerisinde sürekli yeniden üretiliyor oluşu
- Birlik, oda, sendika ya da hekimlerin artık her kim sorumlu ise ortak karar alma ve hareket edebilme becerisinin olmaması ve bu sorunların çözümsüz kalması
Bu sorunlara dair çözüm önerilerimse şöyle sıralanabilir:
- Hekimlerin haftada 4-5 gün çalışmasının ekonomik ve sosyal olarak gayet sürdürülebilir olduğunun gösterilmesi. Tatillerin ve izinlerin daha rahat olması adına işverenlerin ellerini ceplerine atmaya başlaması. Mesela 19 Mayıs’ta çalışan hekime prim desteği gibi… Eğer böylesi bir sisteme geçilebilirse bazı hekimlerin çalışmayı tercih edeceği ve çalışmak istemeyen hekimlerin de çalışmayabileceği bir düzene geçilebilir. Tabi ki bunun için patron kişilerinin ikna olması gerekiyor ve bu ikna süreci nasıl yürütülecek pek fikrim yok. Ama çözümü atinin derinliklerindeki meçhul bir devrimde ummak / aramak da pek hayal perestlik gibi geliyor.
- Patronların, hekimlerin tedavi uygulama özgürlüğünü olduğunu kabul etmesi. Bunu kabul etmesi için de öncelikle hekimin elinin güçlü olması gerekmekte. Bunun için de yasaların uygulanabilir olması gerekmekte. Yapısal bir sorun yani, kısa vadede çözümü mümkün değil gibi.
- Hekimlerin ortak hareket edebilmesi için çeşitli platformlar kurulup iletişim ağlarının geliştirilmesi. Bunun için derneklerin ya da oluşumların sosyal medyada sözgelimi Kahramanmaraş’ın kurtuluşu yahut basında sansürün kaldırılışının bilmem kaçıncı yıl dönümü hakkında post atmaktan fazlasını yapıp hekimler arasında karşılıklı diyalogların olduğu bir mekanizma inşa etmesi gerekmekte. Bu sayede, uygun bir yönetimle iş arama süreçleri de çalışma şartları da istenen kaliteye yaklaşabilir. Neticede 1. maddedeki sorun çözülebilir gibi duruyor.
- Büyük sistemsel dönüşümler yapmadan yapılacak bazı kanuni düzenlemeler de gerekli olabilir. Zira patronların kendi rızasıyla bizlere 4-5 gün çalışma hakkını hediye edeceğini düşünmek fazla hüsnü zan olur sanıyorum. Nasıl berberler odası vs. haftanın bazı günlerini kuaförler için çalışmak için yasak kabul ediyorsa ve kuaförler o günlerde dükkanlarını açamıyorsa benzer bir düzenleme bizim sektöre de getirilebilir. Sağlık sektöründe olduğumuzdan her gün hizmet verilmesi gerektiği düşünülebilir ama tıpkı eczacılarda olduğu gibi nöbet sistemine geçilmesi bir seçenek olarak değerlendirilebilir. Yahut hekimin haftada 5 günden fazla, günde 8 saatten fazla çalışmasını yasaklayan bir düzenlemeyi geçirmek de yine sorunların bir kısmına çözüm olabilecektir. Bunun için de 3. maddede dile getirdiğim lobicilik faaliyetlerinin yapılabilmesi gerekli.
Bu problemler yıllardır var. Torlak’ın da yazıda ifade ettiği üzere vehmediliyor ki kişiler kendi kliniklerini açınca bu sorunlar son bulacak. Hayır kardeşim, bu sorunlar yeniden üretilecek. Çünkü kendi kliniği olanlar, patronlar ya da yatırımcılar bu sorunları zaten umursamıyor, görmüyor, onlarla ilgilenmiyor. Kendi kliniğini açan ancak kendisini kurtarıyor, yanında çalışan hekim vaktinde kendisinin yaşadığı sorunları yaşamaya devam ediyor. Sektör pek çok sorunu başına kendisi bela etti ve kendisi sürdürüyor. Bunun görebildiğim sebepleri arasında öncelikle hekimlerin ticaret bilmemesi yatıyor. Bu sorunun farkındalıkla bir ölçüde çözülebileceğini düşünüyorum. Hekimlerin haftada 6 gün çalışmasının gerekmediği, mesai saatlerinin daha az olabileceği, bedavacılık kültürünün aslında zararlı olduğu ekonomi 101 seminerleriyle bile gösterilebilir sanıyorum. Bunun çözüm olmaması halinde –pek çokları için olmayacaktır- çözüm önerilerinde sunduğum 4. madde gündeme gelecektir. Lobicilik yaparak nöbetçi klinik sistemine geçilmesi patronların işine gelmese de çalışanların işine gelecektir. Nöbetçi klinik uygulaması sayesinde hem akşam mesaileri düzene girecek hem de hafta sonu mesaileri düzene girebilecektir. Ayrıca hekimin çalışma günlerini düzenleyen uygulama da yine değerlendirmeye alınabilecek önerilerdendir. Bu konuda atılabilecek ilk adım da, yazının başlığındaki buyrukla da örtüşecek şekilde “birleşmek”ten başkası değil. Örneğin, hekimlerin haftada en fazla 5 gün çalışmak istediği şeklinde bir imza kampanyası başlatıp odalara ve birliklere baskı yapmasıyla başlayabiliriz, ne dersiniz?
Hekimlerin ticaret bilmemesi problemini aşan ve tüm ülkeyi tımarhaneye çeviren bir diğer sorunsa insan haklarından bihaber oluşumuz. Daha geçen aylarda Almanya’ya göçen Türk doktorların altlarına mobbing yaptığıyla alakalı haberler girdi dolaşıma. Ya da Murat Önderman hocanın çok sık verdiği örneği ben de vereyim: yaya iken yaya geçitlerinde yol bekleyen insanlar niçin sürücü koltuğuna oturduklarında yaya geçitlerinde yayalarla yarış yapar hale geliyor? Sorunun farkında olan da yine üretiyor sorunu. İlk taşı günahsız olanımız atsın hocalar. Yıllar evvel şuna benzer bir cümle kurmuştum, hala aynı yerdeyim: bu ülkede “bu şey neden böyle” diye sorgulama yapıyorsanız analizinizin temeline “bu ülkede insana kıymet verilmiyor” varsayımını yerleştirin. Göreceksiniz, pek çok sorun kendiliğinden açımlanmaya başlayacak.
Neyse, ağız ve diş sağlığı sektörünün durumuna dair bir değerlendirmede bulunmaya çalıştım. Denebilir ki “sen sistemden değil şartlarından şikâyetçisin. Konforlu bir çözüm olduğu sürece mevcut sistemin devamıyla ilgilenmiyorsun”. Derim ki, hem doğru hem yanlış. Yazıda hep vurgulamaya çalıştım, sistemin değişmesi lazım ama bu değişim isteği mikro çözümleri değersizleştirmemeli, anlamsız gibi göstermemeli. Devrimi yine yapalım ama yapana kadar da biraz insanca yaşamanın yollarına bakalım… İşte bu sebepten, bu yazı bir yapısal sorun tespiti ve çözüm önerisi olarak okunmamalı; daha çok “yapısal çözümlerin uygulanacağı, emeğin ve emekçinin hak ettiğini alıp insanca yaşayabileceği bir düzen kurulana kadar neler yapılabilir?” sorusunun cevabını arayan bir metin olarak değerlendirilmelidir. Yazıda istediğim derinliğe ulaşabildiğim söylenemez ama bir adım atmış olmaktan dolayı mutluyum.
Son olarak belirtmek isterim ki Davut Torlak hocanın yazısına dair getirdiğim eleştirilerin mezkur yazının değerini düşürdüğü düşünülmesin. Bilakis, bu yazı mevcut sorunlarımıza dair kapsamlı analizler yapması ve teşhislerde bulunması, ücretli çalışan diş hekimlerinin yaşadığı bazı gerçekleri tartışmaya açması bakımından son derece kıymetlidir. Okurken “sonunda bunları yazan birisi çıktı” diye düşünmeden edemedim. Lakin yer yer vurguladığım üzere önerilerin daha da geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. İşte bu gibi yazılar ve eleştirilerin böylesi bir vasatın inşasına katkı sağlayacağını düşünüyor, en azından umuyorum.
Abone olalım 🙂
28.07.2025
Bir yanıt yazın