Last updated on 20 Ağustos 2024
Birkaç bölümden oluşması planlanan yazı dizisinin bu kısmında şunlardan bahsedilecek:
- 300 yıllık mağlubiyetin rövanşı
- Köpek yalağı
- Değnekçilik
- Hayatsızlık
Kız arkadaşımla beraber ülkemizin –ara ara hissedilen suni rahatlamalar dışında- 300 yıldır içinde bulunup mensuplarına hissettirdiği maddi darboğazın payımıza düşen çeyrek asırlık bir dilimini idrak edip, ondan çıkış yolu aradığımız dakikalarda, dakikaları takip eden saatlerde, saatlerin yarattığı günlerde ve dahi en sonunda günlerin vücuda getirdiği 1 haftalık bütünde zihnimizden darboğazdan çıkış için pek çok yol geçti ve zihnimiz, zihnimize pek çok fikrin neden uygulanamayacağını, uygulanmaması gerektiğini, bugüne kadar neden uygulanmadığını ve en nihayetinde döngünün başına dönerek -tekraren ama bir başka veçheden- neden uygulanamayacağını gösterdi.
Biz ki (burada bizi hem ben ve arkadaşımı hem de biz [ben ve arkadaşım] özelinde Türk toplumunu kapsar anlamda kullanıyorum) profesyonel mesleği dışında pek bir ilgisi olmayan, ilgisi olsa bile bu ilgiyi derinleştirememiş insan topluluğu nasıl olur da memleketin içinde bulunduğu bu darboğazı, o boğaz kendisini boğmadan üzerinden def edebilir? Çözüm belliydi. Acil para kazanmamız lazımdı.
Neden acil para kazanacaktık? Zaten bir işimiz vardı, ama ek gelirden kime ne zarar gelirdi? Nasıl acil para kazanacaktık? Düşünmeye başladık.
- Her şeyden evvel en önemli ilkemiz bu işin bizim büyük mesaimizi almaması gerektiğiydi. Yani gün içinde 30 – 60 dakikadan fazla zaman ayırmamız gerekmeyen bir iş olmalıydı.
- Yatırım maliyeti olmamalıydı.
- Evde, ofiste kolayca yapılabilir bir iş olmalıydı.
Önce aklımıza Amazon affilite programı geldi. Programı kısaca özetleyecek olursak, Amazon’da yer alan bir ürünün linkini paylaşıyoruz. Kullanıcıların o linke tıklayıp 24 saat içerisinde siteden herhangi bir ürün alması halinde Amazon bize komisyon ödüyor. Güzel sistem. Peki hangi linkleri nerede paylaşacağız?
Ufak bir araştırma yaptıktan sonra insanların bir kısmının çok satılan bazı ürünlerin açıklamalarını ChatGPT’ye anlamlı metin haline getirtip, bu metni de gene yapay zekâya okutup, son olarak da uygun birkaç fotoğrafla video halinde YouTube’a yüklediğini; videoların açıklama kısmınaysa videodaki ürünün Amazon satış linkini koyduğunu gördük.
Fikir teoride güzel. Metni bulmak kolay. Fotoğraflar daha kolay. Bunları seslendirtmek zor değil. Video montajıysa halledilmeyecek iş değil. Ama bu özellikler bize yetmedi. Zira getirisi kesin olmayan ama uzun bir süre mesai harcatacak bir işti.
Araştırmalarımızı derinleştirdiğimizdeyse kendisine internet âlemini mesken edinmiş ve video hazırlama emeğinden kurtulmanın yolunu TikTok’taki ürün tanıtımı yapan videoların filigranlarını kaldırıp üzerine kendi yazılarını yazdığı videoları kullanmakta bulan ve bu şekilde para kazanmaya çalışan bir kavim olduğunu gördük. Güzel dedik, demek ki buranın halkı emeği sıfıra yakınsatmanın yolunu bulmuş… Etik değerlerimizden olsa gerek bu işi yapmaya niyetlenmedik bile.
İnternet âleminin derinliklerinde pek çok garip hadiseyle karşılaştıktan sonra bizi de bu gariplerin arasına sokabilecek bir gariplik keşfettik. Dedik ki “YouTube’daki hazır videoların altına yorum yaparak link bıraksak?!” Bunu yapmaktansa tişörtümüze karekod bastırıp gezmek daha makul geldi bana. Bunu da not ettik…
Peki, bunlarla sınırlı kaldık mı? Hayır tabi ki. Sistemin bir açığını bulduğumu düşündüm ve trafik çekmenin biraz masraflı ama mantıklı bir yatırıma dönüşebilecek bir yolunu keşfettim. Neyse ki haram lokma projesi eyleme dönüşmeden, salt bir fikir jimnastiği mesabesinde kalarak yok oldu.
Ve nihayet bu bahsi “internet âlemindeki çöplükte bizim çöpümüz eksik olsun.” diyerek kendimize olan saygımızı daha fazla yitirmeden sessizce kapadık.
Ne yani, kendimize bu kadar adi bir işi mi yakıştırıyorduk? Değnekçi miyiz abi biz?
İşin sonunda idrakine vardık ki bu işi kendimize saygımızı yitirmeden yapmak istiyorsak hali hazırda bir takipçi / izleyici kitlesine sahip olarak yapmalıyız. [Mesela YouTube’da pek çok kitap içerikli kanal var. Neden Amazon linki koymazlar anlamış değilim?] Bu işi kendimize saygımızı yitirmeden yapmanın bir diğer yoluysa zaten hali hazırda yapmakta olduğumuz, sevdiğimiz bir şeye bunu eklemek ve uzun vadeli, beklentisiz bir harçlık çıkarma yolu olarak görmek. Örneğin kitaplarla alakalı bir blog sitesi açıp amazon linki koymak? Neden olmasın? Ama burada önemli olan, para için blog değil, blog için blog açmak. Zira para için blog açıldığı zaman iş ister istemez değnekçiliğe, ChatGPT’ye ve internet çöplüğüne dönüyor… Biz bunu istemedik, isteyemedik. Yani yazının başında değindiğim profesyonel mesleği dışında pek bir ilgisi olmayan, ilgisi olsa bile bu ilgiyi derinleştirememiş kişilerden olmayıp, bir şeyi sırf kendisi için, zevk alarak ve o işe saygı duyarak yapmak yahut yapanlardan olmak istedik. Bu bahsi sonraki yazılarda derinleştirmek istiyorum. Şimdilik sabık girişimlerimizden bahsetmeye devam edelim.
Abone olmayı unutma 🙂
Buraya kadar geldikten sonra elimizde hali hazırda bir kitle olmadığını, müstakbel kitleninse âtinin gölgeliklerinde hiç de acelesi olmadan bizsiz takıldığını; bizimse acilen paraya ihtiyacımız olduğunu tekrar idrak ettik ve el yükselttik: Gerçek üretim! İlk girişimimiz başlamadan bitmişti ama yeni girişim umut vadediyordu.
Ve insanoğlu emeği keşfeder…
Evet Amazon hakkındaki araştırmalarımız hafızamızın unutulan köşelerindeki birtakım verileri önümüze koydu, onları yeni bilgilerimizle harmanladı ve önümüze bir seçenek çıktı: Üretim
İlkelerden ilk tavizi verdik. Sermayesiz emeğin adı ameleliktir. Ve biz amele olmayacağız. O sebepten üretim yapmak için bir miktar parayı gözden çıkardık. Senaryo şuydu; Çin’den portatif bir plastik eritme ve kalıplama makinası alıp düğme üreteceğiz!
Araştırmalara başladık. 1000 – 1500 dolar civarına cihazı temin edip evin bir köşesinde düğme üreteceğiz. Sonrasında atölyelere satacağız. Mikemel plan. Bu fikrin olmayacağını fark etmemiz de çok uzun sürmedi zira basit gördüğümüz plastik bir düğmenin bile pek çok detayı varmış. Bizdeyse düğmeye dair tek bilgi içinden ip geçiyor olmasıydı.
Bir başka sorun da plastiğin kalitesiydi. Düğme %100 geri dönüştürülmüş plastikten üretilebilir miydi? Plan başta buydu ama sonrasında fark ettik ki –mesleki uzmanlığımız ilk kez burada işe yaradı- bu işin bir kimyası var ve istenilen sertliğe adi plastikle ulaşmamız zor görünüyor. Ham plastik ise petrolden üretiliyor. Ve mazotun litresi olmuş 40 lira. Bir diğer sorunsa parça başı potansiyel getiririn düşük olmasıydı. 1000 tane düğmeyi teker teker üretsem, kaç lira kazacağım? 10? 50?
Ve insanoğlu maliyet analizini keşfeder…
Tabi bütün bu plastik üretim sürecini araştırırken bilgi alabildiğim tek kaynak evlerinin kirli garajlarında video çeken orta boylu, kavruk, minyon abilerdi. O an tekrar düşünmeye başladım: Ne yani, kendimize 3. dünya ülkelerinin vasıfsız adi üretimlerinden mi don biçeceğiz? Ufuk diye önümüze 3. dünya ülkesi kalkınmasını mı koyacağız? Hâsılı kelam ikinci girişimimiz de bu şekilde başlamadan bitmiş oldu.
Yılmadık. Dönüp dönüp eski sevgilisinin kapısını çalan yıkık ve patolojik âşıklar gibi soluğu Amazon’da aldık. Zira biz 3. dünya ülkesinin vasıfsız üreticileri değildik. Taktik değiştirdik. Ticaret! Biz artık tacirdik ve kendimize 3. dünya ülkelerini değil kapitalizmin doğduğu toprakları örnek alıp kapital olmaya karar verdik.
Evet ticaret yapacaktık ama ticaret basit anlamda 2 şeyden oluşur: alım – satım. Ne alacaktık? Dolayısıyla ne satacaktık? Seçeneklerimiz neler?
- Hali hazırdaki stoğumuzu satmak: öyle bir stok yok. –düğme işi olsaydı beeelkii…-
- Stoksuz satmak: Riskli, gereksiz
- Stok yapıp satmak
Gözümüzü kararttık, ilkeleri ardımıza attık ve Çin’i keşfe çıktık. Çin’de ürettirip Amazon’da satacaktık. Ne ürettirecektik? Gördüğüm en fantastik ürün köpek yalağı idi. Neden olmasın? Vazgeçtim, elektronikten yürüyelim… Tıraş makinası? Kulaklık? Tüy toplama aparatı? Pazar, sermaye, gerekli zaman, riskler, en uygun üretici, kargo… vs. derken bu işten de vazgeçtik. Zira henüz ruhumuzu satmış değiliz. Hâlâ en azından 1 ilkeye bağlıyız: bizim bir işimiz var ve ek iş arıyoruz. Bu bahsi geçen işlerse bizatihi iş…
Hem sürekli aynı ürünü satan ya da sürekli satabilen birilerini pek bulamadım diyebilirim. İnsanlar genelde Drop Shipping ile başlayıp sonrasında Çin’de kendisi ürettirmeyi hedefliyor. Ama bu işi yapanların bir kısmı Drop’ta eleniyor zaten. Sürekliliği olmuyor. Diğer kısmıysa sürekli ürün kovalıyor. En yeni ve potansiyeli olan ürün nedir? Amazon’da ne kadar? Çin’den kaça mal oluyor? Kaça satabilirim? gibi sorularla sürekli üründen ürüne zıplıyorlar. Yaptıkları şey fason üretim, satış stratejileriyse günü kurtarmak. Evet evin bir odasında şişe eritip düğme basmaktan iyidir, ama bu da düşük seviye bir iş oldu gözümde. Kuruş mu hesaplayacaktık? Hangi yaraya merhem olduğu belirsiz tuhaf ürünler mi satacaktık? Peki ya tüketim kültürüne açtığımız savaş? Bu tuhaf ürünleri sattıktan sonra kitaplığımdaki Chul Han kitaplarını ne yüzle elime alacaktım?
Ve insanoğlu katma değeri keşfeder…

Sürecin en başından beri zihnimde dönüp duran şey buydu: Katma değer. Amazon’dan ürün açıklaması aparmak, evin bir odasında düğme basmak, Çin’de köpek yalağı ürettirmek… Her ne kadar vizyonsuzluk liderimiz hiç şüphesiz çöp Youtube videolarından Hint usulü komisyon devşirmek olsa da bir sonraki hedefimiz rakip satıcının 18 dolara sattığı ürünü 17.5 dolara satmaya çalışmak mı olmalı? Bütün mesele bu olabilir mi? Yegane hedef bu olabilir mi? Bu neçe vizyonsuzluktur aga? Yapacak daha iyi bir işimiz yok mu?
Sürecin en başından beri tıkandığım nokta buydu. Vizyon. Bu vizyonsuzluk kimindi? Köpek yalağı üreten adamın mı? Hayır. Bu vizyonsuzluk günlerdir satacağı bir yeteneği olmadığını fark eden benimdi. Profesyonel mesleğim dışında elimde hiçbir şey yoktu resmen. Ne az gelişmiş hobilerim nakde dönebiliyordu ne sevdiğim diğer şeyler. Bu vasatlık (ve o an… yazının başlığındaki bir kelime ilk kez duyulur…) bana az kalsın Youtube’da değnekçilik yaptırtacaktı… Peki sorun nerede?
Abone olmayı unutma 🙂
Salonumda düğme üretip iç piyasaya sattığımı düşünelim. Kime ne katkım var? Ülkedeki pastadan aldığım dilimi büyütmeye çalışıyorum. İstediğin kadar şişe eritip düğme bas. Kime ne katkın var? Ülkeye en ufak bir katkım olacağını düşünmedim zira 0 toplamlı bir oyundan benim cebim dolsa ne dolmasa ne? Burada Türk milletine olan aşkımı gözlerim yaşararak ilan ediyor değilim. Millet sevdalısı bir adam değilim, hiç olmadım, gerek de yok. Burada başka bir şeyden bahsetmeye çalışıyorum. Ülke derken, toplum olarak üreteceğimiz katma değerin ne olacağını sorgulamaya çalışıyorum. Zira ben ekonomisini ve vizyonunu garajında kirli elleriyle plastik üretip düğme satmak üzere kurmuş bir toplumda yaşamak istemiyorum… En sonunda kendimi düşünüyorum yani… Son derece pragmatik bir yaklaşım benimkisi. Bu bahsi sonraki yazılarda elimden geldiğince derinleştireceğim.
Tüm bunlardan sonra vardığım sonuçlarsa şunlardı:
- Emeksiz iş olmaz
- Gerçek üretim ancak kişinin kendisini verdiği işlerde olur
- Profesyonel mesleğin dışında derinleşmiş ilgilerden yoksunluk ağır bir vasatlıktır
Bu sonuçlar üzerinden düşündüğümdeyse bir başka şey görünür oldu gözüme. Aslında ülkecek bu durumdaydık. Bu vasatlık, hepimizin üstüne sinmiş bir kokuydu ve ortama güzel uyuyorduk. Çalışan nüfusunun yarısının asgari ücret aldığı, kalan büyük bir kısmın devlet memurluğu peşinde gezdiği, biraz parası olanınsa ucuza arsa kovaladığı bir memleketiz biz. Durumu fark edip de bu dar boğazdan çıkmak isteyenlerin aklına gelen en inovatif fikirse Çin’de köpek yalağı üretip Avrupa’ya satmak.
Bir sonraki yazıya bu noktadan devam etmeyi umuyorum. Görüşmek üzere.
06.01.2024
İlk Yorumu Siz Yapın