“Bu sonuçlar üzerinden düşündüğümdeyse bir başka şey görünür oldu gözüme. Aslında ülkecek bu durumdaydık. Bu vasatlık, hepimizin üstüne sinmiş bir kokuydu ve ortama güzel uyuyorduk. Çalışan nüfusunun yarısının asgari ücret aldığı, kalan büyük bir kısmın devlet memurluğu peşinde gezdiği, biraz parası olanınsa ucuza arsa kovaladığı bir memleketiz biz. Durumu fark edip de bu dar boğazdan çıkmak isteyenlerin aklına gelen en inovatif fikirse Çin’de köpek yalağı üretip Avrupa’ya satmak.”
Bir önceki yazıyı bu paragrafla bitirmiştim. Aslında yazı boyunca bu paragraf etrafında gezinmiş, yazının kurgusunu buna göre oluşturmuş ve son paragrafla zihnimdeki mevzuyu kaleme dökmüştüm lakin dostlardan birkaç noktanın anlaşılmadığı, havada kaldığı ve yazının bazı kısımlarının kibir koktuğu şeklinde dönüşler aldım ve bu risaleyi kaleme almam vâcib oldu.
İmdi, bunca kelamdan sonra şu konuyu açıklığa kavuşturmamız gerekir: bizim ne Hint fakirleriyle ne de köpek yalaklarıyla ontik bir problemimiz var. İnsanlık paydasında buluşmamız hasebiyle Hint fakirlerine insanlık onuruna yaraşır bir hayatı hak görür, onları insan olarak sever sayarız. Gene aynı şekilde bir ihtiyaca cevap vermesi sebebiyle köpek yalaklarını hor görmez, ekonomiye katkı sundukları için sektöre hüsnü zan besler, girişim yapıp ekonomi çarklarını çevirdikleri için girişimcilerine saygı duyar, köpeklerin de medeni (?) bir şekilde içip yiyebilmesini kıvançla izleriz.
Bizim problemimiz zihniyetle. Zihniyet bütün eylemlere yön çizen, düşünce ufkunu belirleyen ve değerler kümesini üreten küllîdir. Eylerken o bizimle beraberdir, düşünürken onun içinden düşünürüz, ufka bakarken onun rengiyle görürüz. Zihniyet, davranış ve düşünüşümüzün toplamında gözlenebilen izlektir.
Peki nedir bu kendisiyle dertli olduğumuz zihniyet? Onu size gösterebileceğimi sanmıyorum, ancak işaret edebileceğim; o da gücüm yettiğince.
Önceki yazıda profesyonel mesleği dışında nakde dönebilecek herhangi bir becerisi olmayan 2 kişinin acil para kazanma projesinden bahsetmiştim. Yazı boyunca vurgulamaya çalıştığım şey şu 2 husustu:
- Aciliyet
- Derinleşmiş ilgi yoksunluğu
Uzun erimli işlerde pek zorlanırım. Gördüğüm kadarıyla bu sorunu yaşayan tek kişi olmadığım gibi oldukça büyük bir kalabalığa dahilim. Uzun erimli işlere dil öğrenmek, enstrüman çalmak, bir yetenek edinmek gibi birtakım yetileri kazanmak yahut yılda bilmem kaç tane yazı yazmak / kitap okumak gibi periyodik ödevlendirme durumlarını sayabiliriz. Esasında her uzun erimli iş periyodik ödevlendirme dediğim kısımla irtibatlıdır. Yani uzun erimli iş dediğin, vadesi ileri tarihe bağlanmış bir hedef için günbegün planlı şekilde çalışmayı gerektiren işlerdir. İlk başta “ne var canım haftada 2 gün ikişer saat enstrüman kursuna gidemeyecek miyim?” şeklinde hafife alınsa da sonrasında aslında meselenin 2*2 = 4 saatlik bir mesele olmadığını, 4 saatten çok kişinin karakterinin derinlerine gömülmüş dürtü kontrolü, haz erteleme becerisi, irade, dayanıklılık, sabır, konfora düşkünlük gibi hasletleriyle irtibatlı olduğu fark edilir.
Peki uzun erimli işlerde zorlanan kalabalık ahali para kazanmak istediğinde nasıl bir tavır sergileyecektir? Muhtemelen parayı ivedi bir biçimde ve en kolay yoldan elde etmek isteyecektir zira kara dönmesi 5 sene sürecek bir yatırım yapmaya ne psikolojisi ne de cüzdanı müsait. Cüzdan yani sermaye kıtlığı kısmına daha sonra gelmeyi umuyorum.
Hal böyleyken bu arkadaşlardan Amazon linki kasmaktan başka beklenecek yegane şey piyasada binlerce örneği olan, binlerce kişi tarafından aynı yöntemlerle pazarlanan köpek yalağı satmak olacaktır. Gözü açık olup piyasayı koklamayı bilenleriyse köpek yalağı furyası ivme kaybettiğinde gözüne tüy toplama aparatını kestirip rakiplerinden önce fasoncuya ürettirip satmaya başlayacaktır.
Burada kendimi tekrar araya girmek mecburiyetinde hissediyorum. Derdim köpek yalağı satmakta değil, derdim her tembelin gözünü köpek yalağında açmasında. Kişiye Amazon linki kastıran yahut piyasada binlerce örneği olan bir ürünü hiçbir özellik, farklılık eklemeden, üzerinde zihinsel efor harcamadan sattırmaya çalışan saik ile benim derdim. Bu kolaycılıktır, indirgemeciliktir, neme lazımcılıktır, vasatın egemenliğidir. Yani diyorum ki mesele köpek yalağı değil, sen hala anlamadın mı? İddiam odur ki, bu bahsettiğim saik Türkiye’de günlük hayatı yaşanmaz hale getiren saiklerden birisidir. Bu saik,
- Günlük hayatta kendi şark kurnazlarını üretip türlü haksızlıklara, hukuki ahlaksızlıklara, değer bilmezliğe, saygısızlıklara ve
- Düşünce ufkunun günlük hayat ile sınırlı kalmasına yol açıyor.
Bu saik kendi şark kurnazlarını ve kurnazlıklarını üretiyor. Zira kolay yoldan zengin olmaya çalışan işveren, çalışanının fazla mesai ücretini vermiyor, ışıkta beklemek istemeyen şoför yandaki petrolden kestirme yapıyor, geçitte bekleyen yayaları gördüğü halde kırmızı yanmadan evvel sarıyı gören şoför gazı kökleyip burnunu öte tarafa atmaya çalışıyor.
Bu saik, düşünce ufkunun gündelikle sınırlı kalmasına yol açıyor çünkü uzun erimli işlerde becerisi ve gözü olmayan ahalinin kendisi ve diğerleri için belirleyebileceği yegâne ufuk gene günlük, kısa vadeli hedefler olabiliyor. Söz gelimi bu zihniyetin mensupları eski bir çeşmenin kitabesinin olması gerektiği yere “bakkal 50 metre =>” tabelası asabiliyor, özel okulda okuyan tanıdığına “oğlum o kadar parayı okula vereceğine falan yere lokmacı açsan daha çok kazanırsın” diyebiliyor zira önemli olan an, şu an. Şu andan daha ötesi bir tahayyül nesnesi değil.
Ve işte bu saik kişiyi kilosu 10 dolar değil de 1.000 dolar edecek bir ürünü üretmekten alıkoyduğu gibi; araştırıp, zihinsel bir emek ortaya koyup köpek yalağının iyisinin nasıl olması gerektiğini, köpek yalağını köpek yalağı yapan şeyden ötesini, özgün bir tasarımı ve reklam stratejisini üretmesinden de alıkoyuyor. Zira ortada gerçek manada bir üretim de söz konusu değil. Zaten Çin’deki fabrika on binlerce köpek yalağı üretiyor. Sen de paranı riske edip, lütfedip 100 tane alıp etiket vurduruyorsun.
20.01.2024
İlk Yorumu Siz Yapın