“Neyse, bu kısa ve son tahlilde gene bizi inciten girişi bir yana bırakalım. Her resmi Türk genci gibi, yani, sporla ilişkisi hiçbir zaman maç seyretmekten öteye gitmeyen her namuslu ve bunalmış vatandaş gibi siz de ayrı bir duhuliye ödemeden bu oyuna katılabilirsiniz. Ben de, birçok vatandaşım gibi, soyutlama gücünden yoksun olduğum için ve özellikle zaman kavramını soyut olarak, yani ele gelmez bir kavram olarak düşünemediğim için süreye, ancak iki nokta arasında bir cismin hareketi olarak katılabiliyorum. Bu açıklamanın, değil dinleyenler için, benim için bile fazla soyut olduğunun farkındayım. Belki bizler, yani bu toprakların yetiştirdiği şu ya da bu çeşit değerler, soyutlaşmaya başladığımızı bu kadar çabuk fark etmeseydik ve bu kadar çabuk korkuya kapılmasaydık, bizlerden de büyük matematikçiler yetişir ve ansiklopedilerde taş basması resimleri çıkardı. Bu acıklı durumu da hemen, fazla üzülmeden geçelim ve somut örneklerle yetinelim.”
Oğuz Atay, Tutunamayanlar, sf. 41 – 42
Bir önceki yazıda ilk yazının şerhini yapmış, bu şerhi yaparken daha çok “aciliyet” kavramı üzerinde durmuş, aciliyet olgusunun kalitesiz üretimlere ve kalitesiz bir gündelik hayat deneyimine yol açtığından bahsetmiş ve bu olgunun bir diğer sonucununsa uzun erimli işler ve amaçları anlamsız ve yürütülemez haline getirmesi olduğunu ifade etmiştik.
Önceki bahisleri kendime basamak yaparak, bir önceki yazıda değindiğim “derinleşmiş ilgiden yoksunluk” durumunu irdelemek istiyorum. Bence derinleşmiş ilgilerden yoksunluk bir vasatlık göstergesidir. Zira vasatlık herkesleşmek, ortalama olmaktır. Bizi diğer insanlardan ayıran şeylerin başında özel ilgi alanlarımız ve becerilerimiz gelir. Spora en ilgilimizin haftada 1 “halısahaya gittiği”, daha az ilgilimizinse haftada 1 tuttuğu takımın maçını seyrettiği, taşra liselerinde parke taş döşeli bahçelerin bir köşesine “basket” potası dikildiği vasatta derinleşmek ve derinlikten bahsetmek ne mümkün?
Nuri Bilge’nin Kuru Otlar Üstüne’sindeki resim dersi sahnelerini anımsarsınız. Öğrenciye resmi sevdirmenin yahut öğretmenin yolu derste tahtaya perpektif teorilerini döşemek midir? O kadar sene resim dersi aldık cin aliden öteye bir şey çizemem. Bu benim mi beceriksizliğim?
O kadar sene müzik dersi aldık, Bethofın’la Mozart’ı dinleyince birbirinden ayırt edemem. Bu benim mi kulaksızlığım?
Eline melodika ve flütten başka müzik aleti almamış, kulağına saz ve gitardan başka nota çalınmamış milyonlardan oluşan bir toplumuz. Bu topluma pavyon dansını seviyor diye kızmak mümkün mü?
Burada duralım. Sisteme kızıp devlet yıkıp kurma bahsini daha sonra açarız. Devlet kurmak için 3 Türk yeter derler. Burası tek yazarlı bir blog. Şimdilik işin bize dokunan daha doğrusu, işin bizden doğan tarafına bakalım. Evet okullarımızda flütten ve basket potasından başka bir şey yoktu ama içimizde ötesine yönelik bir iştiyak var mıydı? Koskoca topluma pavyona düşmüş biçare ve saf köylü kızı muamelesi mi yapacağız?* (*Murat hoca’dan mülhem)
Pandemi sürecinde koskoca 2 sene eve kapandık. Sadece YouTube ile bile 1-2 dil öğrenilir, birkaç el becerisi edinilir, daha önce deneyimlemediğimiz şeyleri deneyimleyebilirdik. Hangimiz bir dili yarım da olsa öğrendi? Hangimiz herhangi bir el becerisi edindi? Kimin içinde “şunu öğrenmeliyim?” diye bir istek var? Hayallerimi yazayım:
- Kitap ciltlemeyi öğrenmek istiyorum
- Ahşap işçiliği öğrenmek istiyorum
- Kanun çalmayı öğrenmek istiyorum
- İngilizce, Arapça ve Almanca öğrenmek istiyorum
28 yaşımdayım. 28 senedir neredeydim? 28 senede hangi ilimde “ben şunu yaparım” diyebilecek kadar derinleşebildim? Bakın kanunu elime alıp ülke turnesine çıkıp konserden konsere koşmaktan bahsetmiyorum. Evde canım sıkıldığında, aile meclisinde yahut arkadaş ortamında dizime koyup çalabilecek kadar bilsem kafi. Biraz ilerisi okul etkinliğinde ses olmak. Ötesine niyetim yok.
Kitap ciltleme işinde, gidip de Yazma Eser Şifahanesi’nde işe girecek halim yok. Sahaflardan aldığım yorgun kitaplara şifa verebileyim yeter. Eski defterlerden çıkardığım sayfalardan yeni defterler yapabileyim kafi.
Ahşap işçiliğindeyse marangozhane açacağım yok. Kendime kalemlik yapayım, eşe dosta kitaplık yaparken yardım edeyim, kırılan sandalyemi onarayım veyahut dedelerin evindeki eski ahşap dolapları atılmaktan kurtarayım yeter.
Örneklere takılmayalım ve itiraf edelim. Şanslı (?) bir azınlık dışında hiçbirimizin profesyonel mesleği ötesinde, sadece o şey için yani kendisi için yapılmakta olan derinleşmiş bir ilgisi yok. Edindiğimiz bilgiler ve yetiler sadece günü, günceli ve gündeliği kurtarmaya yönelik. Okullarda sözde akıllı arkadaşların “hocam bu gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” sorusunu sorması da bundan. Gündelik hayat düşünce ufuklarını belirliyor ve ötesinde berisinde başka bir dünya – yaşam olabileceğini düşünemiyorlar. Anne babaların çocukların küçük ilgi filizlerini “önce sınavına çalış” bahanesiyle koparıp atmaları da bu sebepten. “sana sınavda Bethoven mı soracaklar?”, “oğlum madem marangoz olacaksın seni bizim falan ustanın yanına verelim?” Hayır babacığım ben marangoz olmayacağım, bunu sadece ve sadece yapmak istediğim için yapıyorum. Bu eylemimin kendisini aşan bir amacı yok ve eylemin kendisinin amaçlaşmış olması dahi çok yüce bir amaç olarak adlandırılabilecek ama tabii ki belirlenemeyecek, ancak içten gelebilecek bir şey.
“İyi çalışmalar kayınpeder, iyi değiştirmeler. Ben artık, sadece sütümü içeceğim.”
Oğuz Atay, Tutunamayanlar, sf. 572
Yurt dışında üniversite okuma hayalleri kurduğum dönemlerde ABD üniversitelerinin kabul şartlarına şaşırırdım. Kabul alma şansını artıran en önemli şeylerden birisi sportif faaliyetlerdi. Hatta öyle ki bazı üniversiteler iyi sporculara, sporcu kontenjanından %100 burs dahi veriyordu. Bu durumu anlamlandıramazdım. Geçenlerde de yurt dışı denkliğini araştırırken de benzer bir şey gördüm. Adam kendi ülkesinde diş hekimliğini bitirmiş. Belki meslekte birkaç seneyi eskitmiş, tutmuş ABD’ye denklik ya da doktora için başvurmuş; orada dahi sportif faaliyetler gibi hobiler soruluyormuş; önemliymiş. Artık şaşırmıyorum. Olayı şöyle yorumluyorum: Adamlar vasat adam istemiyor.
Çünkü bir önceki yazıda da değindiğim gibi, herhangi bir derinleşmiş ilgiye sahip olmak sadece o ilgiye sahip olduğun anlamına değil senin dürtülerinle olan ilişkine, sabrına, uzun vadeli iş yapabilme ve yönetebilme becerine yönelik de çok şey imliyor. Askerlik yapmamış adama kız vermemek de bu gibi bir sebepten olsa gerek 🙂 Malum, “adam” olsun diye askere göndermeler meşhurdur eskilerde.
Yazıyı burada bitirelim. Bir sonraki yazıda “%1”den başlayıp, iş ahlakımız, varoşluğumuz ve görgüsüzlüğümüzden devam edelim bakalım.
M. Batuhan Şahin
21.01.2024
Bir yanıt yazın