İçeriğe geç

Japonya’ya Dair Kültürel Bir Otopsi Denemesi ya da Gezi Güncesi 1: Giriş ve Osaka

Last updated on 12 Mayıs 2025

Sahanlık: Bu yazının aslında 6 ay kadar önce ilk taslağı oluşturulmuştu. Ama araya giren birtakım şeyler (tembellik gibi) sebebiyle ancak bu zamana nasip oldu yayımlaması. Tek parça halinde yayımlayamayacağıma ikna olduktan sonra parça parça yayımlamaya karar verdim. 4 ya da 5 bölümden oluşur diye tahmin ediyorum.

  1. Giriş ve Osaka
  2. Kyoto
  3. Tokyo
  4. Tokyo Camii ve Müslümanlarla Temas
  5. Genel İzlenim ve Son Notlar

Ön giriş: Bu yazı tam anlamıyla bir Japonya gezi rehberi değildir. Ben seyyah değilim, bu işi daha profesyonel yapıp daha iyi sunan pek çok vlog ve blog var zaten. Yazının devamında birkaçından bahsedeceğim. Bu yazı bu bloğun konseptine de uygun şekilde öznel deneyimlerimi ve çıkarımlarımı içeren bir yazı olacaktır. Nereye nasıl gidilir, nereler gezilmelidir okumak isteyenler ya da Japonya’dan fotoğraf görmek isteyenler için çok uygun bir yazı değil. Bu yazı daha çok, Japonlar ve Japonya Batuhan’ın nazarından nasıldır? gibi sorulara cevap niteliğindedir. Elbette gezip gördüğümüz yerlerden de bahsedeceğimiz için “bir gezi yazısı değildir” ifadesinin bütünüyle doğru olamayacağını da belirtmek isterim. Girişe geçelim.

Giriş:

Aslında planlarıma göre şimdiye hem bu yazıyı hem de pek çok yazıyı yayımlamış olmam gerekiyordu -örneğin vasatlık serisinin bitmesi vs. gerekiyordu.- lakin araya 1 adet evlilik ve 1 adet Japonya gezisi ve hepsinden sonra da devasa bir atalet ve tembellik gibi bazı şeyler girdi ve aylar boyunca siteye uğrayamadım. Önce bu yazıyı bitireyim diye bekledim, diğer yazıları beklettim. Sonra baktım bu yazının biteceği yok başka yazılar sıkıştırdım araya. Her neyse bu hesapsız ve ani olaylar sebebiyle hem Vasatlık serisinde hem de diğer yazılarda biraz gecikmeler oldu ama yılmadım, direndim ve balayında serinin yeni yazısını planladım: Japon Vasatlığı. Yok, o kadar değil :). Ama evet Japonlar hakkında birkaç kelam etme cüretini gösterebilirim diye düşünüyorum. Nihayetinde balayında tapınak tapınak gezip 2 saati aşan ses kayıtlarıyla Lawrance misali arşınlamışız cabon sokaklarını, olsun o kadar di mi?

Evet dostlar, evlendim. Bir hayır duanızı alırım. Düğün hediyesi olarak aşağıdaki butondan siteye abone olabilirsiniz. Ehehehe.

Abone olalım 🙂

Neden Japonya?

Neyse, evlendik ve tatil yapalım dedik. Nasıl bir tatil olsun diye düşündük. Dedim bizler paşa dedemizden beri her balayında denize gideriz, ne de olsa 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin yüzme bilmeyen ve balık görmemiş evlatlarıyız daha nolcağıdı? Değerlendirmelerimizde göz önünde  bulundurduğumuz bir diğer mevzu da İslamî hassasiyetlere sahip olup deniz tatili yapmanın imkanı idi. Mümkün ama ne kadar ve ne kadara? Buna benzer bir konuşma serisi sonrası deniz ya da su tatili planını başlamadan bitirdik. E zaten kültür gezisini severiz, sosyolojik inceleme yapmaya bayılırız, müze gördük mü koşarız, tamam kültür tatili yapalım. Let’s go!

Dedik bir daha bu kadar uzun tatilimiz olmayacak, uzak bir yere gidelim zira kısa tatillerde 12 saat yol yapmaya değmez. Seçenekler Peru, Meksika, Güney Kore ve Japonya’ydı. Beyaz yakanın gözdesi Bali ise deniz tatili mevzusundan dolayı direkt elendi. Amerika kıtası olmadı geriye çekikler kaldı. Hatuna dedim “benim bi kuzen vardı Kore hayranı, onu yıllarca zorbaladım bu sebepten; eğer çıktığım ilk ülke Kore olursa ilelebet beni zorbalar oraya gitmeyelim”. Tamam dedik ve soluğu Japonya’da aldık.

Japonya deyince aklıma gelen tek şey Arçelik’in robotu idi. Gözüm her yerde onu arasa da rastlaşamadık hiç. Onun yerine tapınaklar, ormanlar, nem, sıcak ve tuhaf şehirler karşıladı bizi. Robotu görmesek de olur dedik ve vakitlice vatan torpaklarına döndük efendim.

Japon İnancı

Evet Japonya deyince aklıma gelen tek şey Arçelik robotu idi ve bu sebepten gitmeden birkaç gün önce de olsa biraz araştırma yapmam gerekiyordu ve bu araştırmalar sırasında pek çok şey öğrendim. Örneğin ben adamları ateist sanıyordum oysa ateist değillermiş. Şinto ve Budistlermiş meğer. Dedim bi dakka, Şinto ne ola acaba?

Youtube’da biraz araştırdım ve kendimce yeterli bilgi edindim. Eğer bu Şintolar kimdir necidir diye merak ediyorsanız Bülent Şahin Erdeğer ağabeyin şu oynatma listesinden ilgili videolara ulaşabilirsiniz:[1] https://www.youtube.com/playlist?list=PLZzV2gqYCPyuZIXhfFVUmHH-fbWn0Lpvz

Birkaç video ve belgesele daha baktımsa da en doyurucu ve net bilgiyi Bülent abi veriyordu bence. Ben Şinto ve Budist videolarını izledim. Hinduları da uçakta izlerim dedim ama 12 saat boyunca uyuduğum için izlemek nasip olmadı. Keşke daha önce bakıp Hinduizmden itibaren izleseymişim. Çünkü Şintoizmi gerçekten anlamak için Hinduizmden itibaren izini sürmek gerekiyormuş. “Bana ne dinlerinden aga, bana Japonlar lazım.” diyorsanız yanılıyorsunuz çünkü bu abilerin karakterinin ve kültürünün temelinde Şintoluk yatıyor. Bunu, videoları izlemeden Japonlara baktığınızda anlamayacaksınız ama videoları izledikten sonra da artık eskisi gibi bakamayacaksınız. Bu kadar net söylüyorum.

Neyse, uzatma özet geç diyenler için diyebilirim ki Şintoluk Japonların ulusal dini. Pek çok adetleri, mangalarındaki anlatımları, bazı karakteristik özellikleri (harakiri misal) aslında Şinto inancından temel alıyor. Mükemmelliyetçilikleri, çok çalışmaları, çocuk yaptıktan sonra hayatlarının değişmesi vs. aslında Şintoizmden referans alıyor. Tanrının gözyaşlarından yaratılan Japonya ve Japonlar (sanırım böyle bir metafordu, şuan detayını anımsayamadım) yüce insanlardır. Çok çalışırlar ki ailerinin ve yüce Japon ulusunun adına leke sürülmesin. Zira onlarla tanrı arasında ontolojik bir bağ vardır. 1 adım ötesi faşizanlık…

Şintoizm başka dinleri dışlayan bir yapıya sahip değildir. Bir Şinto aynı zamanda Budist olabilir, Hristiyan olabilir vs. Şinto inancı diğer inançları ötekileştirmez. Hatta Japonlar der ki, Şinto olarak doğar, Budist olarak gömülürüz.

Bu inancın bizimki gibi bir ritüeli ya da Tanrı anlayışı yok. Ritüelleri tapınağa gidip dua etmek. Dua etmeden önce bizdeki abdeste benzer bir şekilde abdest alırlar, tapınağa doğru rüku ederler, el çırparlar, dua ederler ve ayrılırlar. El çırpma sebepleri Kamilerin dikkatini çekip kendilerini duymasını sağlamakmış. Kami dediğimiz şeyse bir çeşit tanrı ama bizdeki gibi değil. Bir çeşit güç, belirli şeylerden sorumlu ruhani bir varlık gibi şey. İmparator bir kamidir misal. Sağlık kamisi vardır örneğin. Bunun gibi bir çeşit çok tanrılı ama aynı zamanda tanrısız bir inanç. Anlamakta zorlandım. Tam olarak anladığımı da söyleyemiyorum. Neyse burayı detaylandırırız belki. Siz gene de Bülent abinin videolarına bakın.

Gezi planı:

Gezi planımızı saat 5’te şuradan şunu izleyeceğiz, güneşin açısı 65 derece olmadan falan tapınağa gitmeliyiz ve şurada şu pozu verip, hemen ardından falan restoranda şunu tatmalıyız gibisine oluşturmadık. Daha çok Tripadvisor ve blog sitelerinde tavsiye edilen yerlerden ilgimizi çekenleri işaretledik, yolda dikkatimizi çeken yerlere de gireriz dedik. Nitekim öyle de yaptık. Sadece Tokyo’da patladık o da acemiliğimize geldi. Bir sonraki gezide Evliya Çelebi alnımızdan öpecek inş.

Neyse Şintoları ve Budistleri az biraz hallettikten sonra geriye nereye gitmeli, nereleri görmeli ve kaç gün görmeli gibi sorular kaldı. Benim temel hedefim bambaşka kültüre sahip bu insanların kültürlerini incelemek, mümkünse birkaç Budist rahiple hasbihal etmek, Müslüman olmuş Japonlarla sohbet etmekti. Bunun için görmek istediğim yerler arasında bol bol tapınak ve Tokyo Camii vardı.

Ben blog okudum, hatun vlog izledi. Ortaya bir şeyler çıktı. Bu süre zarfında güzel bloglar da bulmuş oldum. Hoş oldu. Faydalandığım bloglar[2][3]: oitheblog, elifiatlası

Kibar, nazik ve anlayışlı (an itibariyle eski) patronumla ettiğim cenkler neticesinde 2 haftalık düğün izni alabildim ve şöylesi bir program çıkardık:

  • 1 gün Osaka
  • 3 gün Kyoto
  • 4 gün Tokyo

Kalan 6 gün nerede diyecek olursanız, düğün de mi yapmayak birader? Yol zaten 1 gün sürdü, geldikten sonra 1 gün yol yorgunluğu, 3 – 4 gün düğün ve öncesi cart curt. Az bile bence 2 hafta ama neyse.

Okuduğum bloglarda birbiriyle çelişen çok bilgi ve yorum vardı. Kimisi Osaka’dan nefret etmiş kimisiyse geze geze bitirememişti. Kimisi Kyoto’ya 3 gün yeter demiş kimisi 33 gün ancak keser demiş. Tokyo içinse millet doyamamış, anlata anlata ve geze geze biterememiş. Her konuda cumhurdan ayrılmayı başaran bizler bu konuda da pek tabii cumhurun aksi yönünde kanaat bildirmeyi başardık.

Osaka Japonya’nın eski eski başkentiymiş. Saray kalıntıları falan var. Osaka’ya gittik. Turistik birkaç yeri vardı, gittik gördük. 1 gece kaldık, ertesi gün eski başkent Kyoto’ya geçtik. Kyoto’da 1600 tane tapınak varmış. Saat başı 1 tapınak gezsek, 6 saat uyusak günde 18 tapınak eder. Bitmez dedik, neticede 3 gün de orayı gezdik ve şimdiki başkent Tokyo’ya geldik. Aslında Tokyo’ya gelmeden evvel Kyoto’ya yakın birkaç şehir var. Kobe ve Nara gibi. Oraları gezmek istedik ama Tokyo’da gezmeyi düşündüğümüz yerleri haritadan açtık ve baktık ki her biri apayrı yerlerde. Totalde 4 bölge. Dedik biz Tokyo’yu 4 günde ancak gezeriz, birkaç gün daha Kyoto’yu uzatırsak da döndüğümde bir işim olmaz, dünya tarihinin en pahalı gezisini yapmayalım elin gittiği yoldan gidelim, Tokyo’yu 4 gün gezelim. İyi dedik, geyikleri Nara’da bıraktık ve yola koyulup Tokyo’ya geldik. Neticede 4 günde gezeriz dediğimiz yerleri 2 günde gezmiş bulunduk ve kalan 2 gün nehre bakarak Nara’da kalan geyikleri düşünüp patronumu yâd ettik.

Bu gezi sayesinde bir şey öğrenmiş olduk ki biz şehir insanı değilmişiz. Zaten İstanbul’da yaşıyoruz. İstanbul’da kaç defa Bebek’e, Nişantaşı’na, Beşiktaş’a gidip alem yaptım ya da yılda kaç defa AVM gezip alışveriş yaptım? Eve döndüğümde dolabımı yerleştirirken baktım ki 3 – 4 gömlek (2’si düğün ve nişan için alınanlar), 4 – 5 tişört, 3 de pantolonum var. AVM gezme merakı olan adamın dolabı böyle olmaz herhalde?

Teknoloji mağazası desek, evet teknoloji ürünleri ucuz ama teknolojiye merakım olmadığı gibi kendisine dair bilgim de yok. Alıp ne yapacağım? Kamyon lastiği ucuzlasa onu da mı alacağız? Gitmeden sipariş alsam, gider alır satarım belki Türkiye’de ama o da olmadı :d Eee, Akhibara’da işim ne o zaman? Neyse, Tokyo gezisi bizim için gereğinden uzundu. Ama her haliyle güzel bir geziydi, öğreticiydi, kendimizi keşfetmemize vesile oldu. Neyse bunları sonuç kısmına da yazarız belki.

OSAKA

Panoramik Osaka manzarası. Osaka Kale Müzesi'nden.
Panoramik Osaka manzarası. Osaka Kale Müzesi’nden.

İlk kez yurt dışına çıkıyordum ve çıktığım ülke kültürel olarak neredeyse alakamızın olmadığı Japonya’ydı. Bu sebepten ilk izlenimlerim çok tuhaftı. Neredeyse her şeye dikkat ediyordum zira her şey farklı ve tuhaf geliyordu. İlk başta havaalanındaki pasaport kontrolü kısmı tuhaftı. Bir sürü talimat, değişik komutlar, hastalık uyarıları ve uzun bir kuyruk bizi karşıladı. Hatunun dediğine göre normalde pasaport kontrolleri sırasında böyle şeyler olmuyormuş. Bunlar biraz fazla kasmış.

Osaka’daki havalimanına indik, kontrollerden geçtik, metroya doğru hedefimize ulaşmak üzere yola koyulduk. Konuşan merdivenleri saymazsak metrolar burada yaşadığımız ilk şoktu diyebilirim. Üstün cabon teknolojisi ve sistemi karmakarışık bir ağ inşa etmiş ama üstesinden geldik bir şekilde ve inmek istediğimiz durakta indik.

Osaka’ya indiğimizde bizi yağmur karşıladı. “Yağmurun yoldaşı denilebilir mi bize?”(İsmet Özel’den mülhem) Denilemez çünkü tayfun beklenen şehre yağmurluksuz, şemsiyesiz ve bez ayakkabıyla gelmiş olduğumuzu sırılsıklam halde otele valiz sürüklerken idrak ettik. Islak şemsiyeyle girilemeyen otele ayakkabılarımız gıcırdayarak ve çenemizden sular akarak girip odamıza yerleştik. Japonya macerası böyle başladı.

Ertesi gün daha evvel haritada işaretlediğimiz Osaka müzesini, Osaka kalesini, Hozen-ji Tapınağını, Ichiba market denilen Kapalı Çarşı’sını, Amerika Mura denilen değişik yeri, Dotonbori’yi gezdik ve şehri bitirdik. Her yerin fotoğrafını koymayacağım buraya. Benim “lap” diye çektiğim fotolardan çok daha iyisini Google marifetiyle bulabilirsiniz. Biz ise dikkatimizi çeken şeyler bahsetmeye devam edelim.

Tapınak

İlk tapınak ziyaretlerimizi Osaka’da yaptık. İrili ufaklı birkaç tapınak gezdik. Her tapınağın kendine has bir özelliği olduğu gibi tapınakların ortak noktası da çok. Genel olarak bir tapınak ziyareti abdest alımıyla başlıyor. Sonrasında tapınağın önündeki kasaya bozuk para atılıyor. Ardından rükû, alkış sonrasında da dua edip ibadet bitiriliyor. Bu bende bir tapınma duygusu oluşturmuyor. Sanki, benim zihnimde tapınma dediğin şey; daha özel ve uzun bir zamanın ayrıldığı bir şey olmalı gibi canlanıyor. Böyle düşünmemin sebebi Müslümanlıktan gelen alışkanlıklar da olabilir tabii.

Dinlenmek için durduğumuz küçük bir tapınaktaysa durum biraz farklıydı. Yosun tutmuş bir Buda heykeli vardı. Abdest alacak yer olmasına rağmen abdest alan insan görmedik. Kasaya para atıldı. Tütsü yakıldı. Tütsü içinde mumların olduğu bir kazana dikildi. Sonra heykelin önünde dua edilip mum başka bir yere yapıştırıldı. Ardından Buda heykeli su ile ıslatıldı. Yosun tutmasının sebebi buydu.

Yosun tutmuş Buddha
Yosun tutmuş Buddha

Budist ritüelinde el çırpma, rüku ve abdest yok. Bunları Şinto’da gördük.

Tapınaklarda ibadet – dua dediğimiz şey oldukça kısa sürüyor. Ayrıca çoğu tapınağın tapınak olduğunu anlamak zor. Daha doğru ifade etmek gerekirse durum şu ki, sokakta yürüyorsun, navigasyon diyor ki 10 metre kaldı. Tapınağa benzer hiçbir şey görmüyorsun etrafta. Sağına soluna bakıyorsun, 1 adım atıyorsun içeri aha tapınak. Şehrin içerisinde kaybolmuş gibi. Bizim ara mescitler gibi desem, mescit minareyle falan belli ediyor kendini. Burada öyle şeyler yok. Bizim caminin bir külliyesi olur, iç avlu olur dış avlu olur etrafında bir şeyler olur. En azından Osmanlı mimarisinde. Dolayısıyla camiye geldiğini bi hissedersin. Bir iç avlu var tamam ama dışarıdan bakınca anlaşılmıyor ne olduğu. Kocaman bir ejderha ağzı var. öyle bir şey bekliyoruz sandım. Meğer o içerideymiş. Dışarıda değilmiş. Dışarıda sadece standart bir geçit kapısı var.

Tapınaklarda dikkatimizi çeken bir şey daha oldu. Bu abiler Anadolu’daki ağaca ip bağlama olayını tapınağa tahta asma olarak yaşatıyor sanıyorum.

Asılmış dilekler.
Asılmış dilekler.

Hatırımda kaldığı kadarıyla, her tapınakta bu dilek panosunu görebiliyorduk. İnsanlar 50 – 100 yen karşılığı satın aldığı tahtalara dileklerini yazıp bu panoya asıyor. Umuyor ki sesi birileri tarafından işitilsin. Panoyu gördüğümüzde normal karşıladık ama az sonra bizi bir sürpriz bekliyordu. Belki 1 dakika hareketsiz bir şekilde kalmamıza sebep olacak bir görüntü hemen az ileride bizi bekliyormuş meğer. Kamilerden haber var:

Yerde dilekler
Yerde dilekler

Yerde bir torba göreceksiniz. Net değil mi? Netleştirelim:

Torbada dilekler.
Torbada dilekler.

Japon abilerin belki bin bir umutla gönderdikleri dilekler çöp torbalarında onları bekliyordu… Garip bir histi bu sahneyi görmek.

Hac 31: Allah’a yönelmiş, O’na şirk koşmayan kimseler olun. Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kuşlar onu kapıyor ya da rüzgâr onu uzak, derin bir yere savuruyor gibi olur.

Rad 14: Gerçek dua ancak O’nadır; O’ndan başka yalvarıp durdukları ise, onlara hiçbir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki, su ona gelmez. Kafirlerin duası hep bir sapıklık içindedir.

Zihnimizde bu ayetlerle yolumuza devam ettik…

Bir sonraki yazıda ve şehirde, yani Kyoto’da görüşmek üzere, nelweda…

Abone olalım 🙂


[1] https://www.youtube.com/playlist?list=PLZzV2gqYCPyuZIXhfFVUmHH-fbWn0Lpvz

[2] https://oitheblog.com/

[3] https://elifinatlasi.com/

Kategori:AsyaJaponyaSeyahat

Tek Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir