İslam Düşüncesinden Hareketle Vasatlığı Aşma Denemesi

“O, her şeyi en güzel biçimde yaratmıştır. […]” Secde, 7

Geçenlerde yine vasatlık üzerine düşünürken, Twitter’a şunları yazmıştım:

“Bir süredir düşünüyorum ve iddia ediyorum. Araştırmak, test etmek bedava. Herhangi bir sektörü seçin. Düğme, porselen, ayakkabı bağcığı, plastik, kuru gıda, yarı iletken, çip, petrol, tomografi, dijital enjektör, gazete, kitap, üniversite, yapım şirketi, dijital pazarlama, x, y, z, a, b, c… Fark etmez. İddia ediyorum, herhangi bir sektörü seçin ve küre ölçeğinde en büyüklerine bakın. İlk 3 hadi bilemedin ilk 5’te başında ya da kasasında bir Yahudi’nin olmadığı bir sektör bulamazsınız. 
Adamlar 5 – 10 milyon nüfusla 5 – 10 milyar nüfuza sahip. Bunu neden ve nasıl yapıyorlar? Biz neden ve nasıl yapamıyoruz? 
Vasatı önce kendi düşünce dünyamız ve hayatlarımızda sonra da etrafımızda aşıp günü kurtarmalık planları bırakarak 100 yıllık düşünmek zorundayız. Bir ara uzun bir blog yazısı yazacağım inşallah. Bu da ilk vaadim olsun.”

Vaadin tecellisi olsun bu yazı.

Tweetim’de vasatlık temalı yazılarıma atıf yapmıştım. Tweetin temel iddiası şu:

Sen ki her işinde vasat olan adam; herhangi bir alanda öne çıkamazken nasıl olur da dünya devi olabilir ve nasıl olur da küre ölçeğinde yeni dengeler kurabilir hadi onu da geçtim nasıl olur da Gazze’de katledilen binlerce insanın akan kanına önce pansuman sonra muntakim olabilirsin?

Olamazsın. Zira benden önce binlerce kişinin yüz binlerce kez yazıp çizdiği gibi süper güç olmadan süper güçlere kafa tutulmuyor. Sapan taşlarının yanında füze, şiirde güzel. Başka yerde değil.

Abone olarak sonraki yazılardan haberdar olabilirsiniz.

Vasatlık serisinin diğer yazılarında (bkz. benmbs.blog/tag/vasatlik) konuyu çeşitli vecihlerden işlemeye gayret ettik. O yazılardaki temel iddiam etrafımızın bir vasatlık çemberiyle çevrili olduğu, bu çemberin tüm iş ve eyleyişimizin zeminini teşkil ettiği, yaptığımız hemen hiçbir şeyin ortalama üstü olmasının hedeflenmediği ve bunun da gündelik hayatı yaşanmaz hale getirdiğiydi. Bu hakim vasatlık kültürü sebebiyle gerçek kurumsallaşmanın bir türlü gerçekleşemediği, ahbap çavuş ilişkisinin ve nemalazımcılık’ın tek egemen kültür olduğu bu kültürel ortamınsa bizi boğduğunu iddia etmiş ve konuyu hobiler, üretim, ticaret, eğitim ve zeka gibi çeşitli yansımaları bakımından incelemeye gayret etmiştim. Detaylar için serinin diğer yazılarına bakmanızı öneririm.

Bu yazıdaysa vasatlık mevzusunu daha başka bir zeminden hareketle sorgulayacağım. Bu sefer İslam düşünce geleneğinden bir iki örnek seçerek vasatlığa bir karşı çıkış zemini arayacağım. Buyurun beraber arayalım.

Profesyonellik ve insanın kemâl sulûkü

İhvân-ı Safâ’ya göre “felsefenin başı ilimleri sevmek, ortası insanın gücü ölçüsünde varlıkların hakikatlerini bilmek, sonu ise bu bilgiye uygun söz ve fiillerdir.” (İhvân-ı Safâ, Risaleler, c. 1, s. 33). Yani onlara göre felsefe ismiyle müsemma, bilgelik sevdası / sevgisi olmakla beraber aynı zamanda felsefe, edinilen bilgiyle amel etmeyi de şart koşmakta.

Felsefe teorik ve pratik olarak ikiye ayrılır. Teorik felsefe kabaca Tanrıyı bilmek, pratik felsefe ise kabaca Tanrıya benzemek olarak ifade edilebilir. Tanrıya benzemekse onun fiillerine benzemekle olur. Tanrı her fiilin en iyi icracısıdır. O ne yaparsa en iyisini yapandır. İnsanın vazifesiyse gücü yettiğince O’na benzemektir.

Fârâbî, Fusûlü’l-Medenî’sinde erdemli bir devletteki vatandaşların nasıl yaşaması gerektiğini anlatırken enteresan bir noktaya temas eder. Ona göre erdemli devletin vatandaşları bir, yalnızca bir ilimde uzmanlaşmalı ve derinleşmelidir. Erdemli devletin vatandaşları derinleştikleri ilimle amel etmeli, en iyiyi hedeflemelidir. Gerçek huzur ancak bu şekilde temin edilebilir. (Fârâbî, Fusûlü’l-Medenî, s. 55-56)

İhvân-ı Safâ risalelerinde de bu mevzu ele alınır ve denir ki profesyonel olunmalıdır. Zira Tanrı her işini en iyi yapandır. Ve o sanatkârdır. Her sanatkârın ve meslek erbabının aklının üstünlüğü, sanatındaki mükemmelliği oranında bilinir.

Ey kardeş! Bil ki, her sanatta mahir olmak, “gerçek Sanatkâr’a benzemek” demektir ki O, şanı yüce olan Yaratıcıdır. “Allah Teâlâ, (işinin ehli) usta ve mahir sanatçıyı sever” denilmiştir. Resûlun de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah, sanatını güzel ve sağlam yapan sanatkârı sever.” Bundan dolayı felsefenin tanımında da onun “insanın gücü ölçüsünde Tanrıya benzemek” olduğu ifade edilmiştir. Burada “benzemek” ile “bilim, sanat ve (başkalarına) bol bol hayır aktarma konularında benzeme’yi kastediyoruz. Şanı yüce olan Yaratıcı, âlimlerin en âlimi, hikmet sahiplerinin en hakîmi, sanatkârların en sanatkâr olanı ve hayırlıların en hayırlısıdır. Kim bu konularda bir derece üstünlük sahibi olursa, onun Allah’a yakınlığı artmış demektir. Nitekim yüce Allah, halis kulları olan melekleri nitelerken şöyle buyurmuştur: “Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O’nun rahmetini umarlar.” (İsra 57) (İhvân-ı Safâ, Risaleler, c. 1, s. 196)

Bir başka paragrafta İhvân-ı Safâ kişinin üstünlüğünün nerede aranması gerektiğini kendi üslûbunca şöyle ifade eder:

Her sanatkarın ve meslek sahibinin aklının üstünlüğü, kendi şahsında ortaya çıkar ve güzel yapamadığı ya da sanatının alanı dışında kalan şeyleri yapmaya kalkışmadığı sürece, sanatını sağlam yapması ve hemcinslerine karşı tutumunun güzelliği oranında bilinir. (İhvân-ı Safâ, Risaleler, c. 3, s. 347-348)

Yani İhvân-ı Safâ’ya göre kişinin insan-ı kâmil olması için iyi yapabildiği şeyi yapması ve yapamadığı şeyi yapmaması gerekmekte. İfadeyi bugüne taşıyacak olursak örneğin bir jeologun teoloji hakkında konferans vermemesi ya da bir hadisçinin evrim teorisinin biyolojik temelleri konusunda nihai hükmü verebileceğini düşünmemesi özetle kişinin uzmanlık alanına girmeyen konuda konferanslar vermeye çalışmaması sayılabilir. Zira bu tarz davranışlar konunun derinlemesine tartışılmasına engel olduğu gibi bu engel oluş tartışma vasatını aşağıya çekmekte, kitlelerin doğru ve nitelikli bilgiye ulaşmasının önü kesmekte…

Bütün bunlardan dayanak alarak diyebilirim ki, kemâli aramalıyız, kâmil olmalıyız ve unutmamalıyız ki insan-ı kâmil vasat olamaz. İnsan-ı kâmil uçtadır. İfrat yahut tefritten değil, önden gidenlerden bahsediyorum. Mutedil bir çizgide önden gidenlerden olmalıyız.

Geçmişteki vasatlık yazılarında çokça dile getirdim. Derinleşmiş ilgilerle ya da en azından ilgiyle donanmalı, bir şeyleri araçsallaştırmadan amaç edinmeyi başarmalı, yaptığımızda Allah’ın bir esmasının tezahürünü ummalıyız.

Tweet’te de bahsettiğim gibi günübirlik vurkaçlardan ziyade 100 yıllık planlar yapıp alacağımız arsayı, açacağımız şirketi 100 sene sonrasına hazırlamalıyız. Gerçek kurumsallaşma, gerçek güç ve vasatı aşmak ancak böyle mümkün.

Bütün bunlar hakkıyla idrak edilip ifa edilebildiğinde belki bizler de bir ses – söz sahibi olabiliriz şu dünyada. Ama bunun için nemelazımcılık yahut yaptımolduculuk’tan fazlasını yapıp iyiyi ve güzeli aramalıyız. Belki başka yazılarda bu kısmı detaylandırırız belki detaylandırmayız. Şimdilik, nelveda.

Kaynakça

  • Fârâbî. Fusûlü’l-Medenî: Siyaset Felsefesine Dair Görüşler. Çev. Hanifi Özcan. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 1987.
  • İhvân-ı Safâ. İhvân-ı Safâ Risaleleri, Cilt 1. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012.
  • İhvân-ı Safâ. İhvân-ı Safâ Risaleleri, Cilt 3. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014.

Muhammed Batuhan Şahin
22.06.2024

Abone olarak sonraki yazılardan haberdar olabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir